16 Kasım 2010 Salı

Belki Kokan Ahşap Malikane

Havadaki bulutlardan mıydı bilinmez, karanlık gözüküyordu evin ahşap yüzü. Eskimiş ve yıpranmıştı; kim bilir hangi hikayeler geçtiği için başından. Hakkında hayalet hikayelerinin mutlaka uydurulacağı, hatta belki de uydurulduğu ama gerçek olup olmadığının asla bilinemeyeceği o sayısız evden biriydi belki de. Ve belki de buna bağlı olarak anlatılma özelliğini yitiriyordu. Her ne kadar evin etrafındaki, göğün koyusuyla gölgelenmiş başakların tekinsiz sallanışı ve hemen kıyısında bulunduğu denizin tehditkar, resmen kana susamış tavrı onun sıradanlık ve özellik arasında durduğu ince çizgiyi kalınlaştırsa da. Buna eklenen bir düzensiz notalar dizisi de yok değildi, rüzgarın sorumlu olduğu. Orada ıslık çalan biri mi vardı yoksa, yaklaşan fırtına ve renginden zevk alan? Bilemeyeceğiz. Belki de hiç. Belki de havanın bozuk oluşuyla ortaya çıkan bir portreydi bu; ama hiç şüpheniz olmasın, duyu organlarınız sizi burada her günün aynı koşullarda olduğuna inandırmak için yalvarmaktadır resmen. Kıyıyı giderek artan bir hırsla döven dalgaların evin duvarlarına da dokunmaya başlamasıdır belki böyle düşündürten. Belki terk edilmişliğidir ve ikinci kattan size el sallayan fakat herhangi bir dostunuz bunu yaptığında böyle hissetmediğiniz lekeli perdelerdir. Belki o lekelerin içeriği ve rengi kaçmış kumaşın merak ettiğiniz yaşıdır. Nelere tanık olduğudur. Normal olmayan bir sarının hakim olması da olabilir kıyıdaki kurumuş bitkilere. Gerçi fondan ötürü size böyle gelip gelmediğini de merak etmiş olabilirsiniz. Doğaldır. Ama o sarı değil, merak. Ve giderek insani sessizlikten cesaretlenen fırtına kendini göstermeye başlar. Denizi kıskanır belki de, yaşlarını onunkilerle yarıştırmak ister; her ne kadar yıllarca şu altında, bizim de karşımızda bulunan eve gözyaşı dökmek suretini bahane ederek yarışıyor olsa da.

Birden irkilmeniz muhtemeldir. Çünkü arkanızdan size dokunan şekilsiz soğuğu yıllar önce burada yaşamış beyaz elbiseli güzel ve bahtsız kadının hayaleti sanırsınız ancak, o kirli perdenin kopmuş bir parçasıdır sizi o koca arazide buluveren. Sırtınıza dokunup size küçük bir şaka yapmak amacı güdüp ardından gelen tepkinizden ve irkilişinizden zevk alacaktır büyük ihtimalle. Hemen yakınınızdaki dalgaların size doğru kükremeye başlaması da pek misafirperver sayılmayacaktır tarafınızca, hangi toplumda, hangi kültürde yetişmiş olursanız olun üstelik.

Kapıya yaklaştıracaktır siz merakınız eminim. Üzerinde aslan başından bir tokmak arayan, izlediği filmlerin adlarıyla doldurduğu özgeçmişini belli edenler olacaktır muhakkak aranızda. Tabii evin sade tokmağı bir hayal kırıklığı olacaktır, ya da bir rahatlama. Ama ardından duyduğunuz meçhul ıslıklar sizi gene şüphelendirecektir; belki de mutlu, başrolü kapmaktan ötürü. Fakat hızlanan rüzgar, tanıdığınız bir melodiye benzetip de emin olamadığınız ıslığın yükselen sesi, o her deniz kıyısına has ve kurumuş sarı bitkilerin tekinsiz dansı, ve yakındaki yegane ağacı ıskalayıp daha da öfkelenen şu yıldırım; başrol hevesinizi kursağınızda bırakmak için işbirliği yapacaklardır. Ağaca -ya da size- olan öfkesiyle yeniden yeryüzüne inmeye hazırlanan ışıklı elektrik üçüncü kattaki(hani şu sallanan perdelerin bir üst çaprazı. Evet evet, tam orası işte gösterdiğiniz yer.) pencerenin kanadını birkaç adım ötenize düşürdüğünde, sanırım gerçekten de unutmuş olursunuz oyunculuğunuzla alacağınız ödülleri. Hatta belki bu evi restore ettirmeyi mi düşünmüştünüz? Hayır tabii ki düşünmediniz. Her neyse. Hızlanma kavramını bile bu evin yaşadıkları gibi tarihe gömen yağmurla gitmeniz gerektiğini düşündünüz. Sahi orada ne işiniz vardı?? Yüzünüze aniden yapışan, bir zamanlar beyaz olduğunu tahmin ettiğiniz, tuzlu su ve nemden liflerine ayrılmış perde parçası sizi beyaz elbiseli kadın sanrınız aracılığıyla geçmişe götürdü bir ürpertiyi korkuya çeviren abartı hediyesiyle. Belki de gitmeliydiniz. Gidiyordunuz zaten artık!!! Belki de hiç gelmemeliydiniz bile.

Belki de orada bir ev bile yoktu.

(tarih: çok eski.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder